16 Ocak 2014 Perşembe

Radyomuz

Bu radyo o radyomuz.Senelerce dinledik bu radyoyu.....şimdi evimin baş köşesinde.


Radyo dinlemeyi,annemin türkülere eşlik eden sesini dinlemeyi,Zeki Müren'in "sevgili şoför kardeşlerim "diyen ahenkli güzel türkçesini,Orhan Boran'ın da o güzel Türkçesiyle konuştuğu arkadaşı"Yuki"sini,çok zeki olan bu yaratıkla olan atışmalarını zevkle dinlerdik ve çok şey öğrenirdik,kaç kez hayretle öğrendiğim bilgiler olmuştur.Seneler sonra aynı şeyi Barış Manço yapmıştı,küçük çocukların eğitilmesine önem vermişti.Gerçekten o yaşta öğrenilen bilgiler çok önemli,asla unutlmayan şeylerdir...

 Arkası yarınları dinlemek,her hafta ayrıca yayınlanan radyo tiyatrosunu dinlemek için,tüm işleri ve derslerimizi bitirmeyi alışkanlık yapmıştık.Ödevler bitmemişse dinleme yasağımız vardı.Saatleri takip ederdik ve planlayarak otururduk radyonun yakınlarına.Bitene kadar çıt çıkmazdı.Bazen babam su isterdi,ikimiz de duymamazlıktan gelirdik,babam inadına seslenirdi,aslında su istediğinden değil, gıcıklığına yapardı.Bazen de "fundaaa su getir"diye daha yürüyemeyen kardeşimizden istediğinde amacına ulaşırdı.Biz hayretle geri döndüğümüzde"sizi siziiii"diye cin bakışlarıyla bize bakardı.hemen radyoya dönerdik,sanki başka yöne baksak duyamayakmışız gibi....Yönetmen Kormaz Çakar dedi mi,evde sessizlik hakim olur,Tomris Oğuzalp gibi sanatçıların sesleriyle hayat bulan hikayeler bizi hayal dünyasına alıp götürürdü....
Annemle babamın,haberleri dinledikten sonra yorumlayarak konuşmalarına bayılırdım,onlar sayesinde iyi ya da kötü haberlerin ne olduğunu anladığımı sanırdım.ikisinin kavgasız konuştukları tek yer radyo başıydı,çocuk aklımla,ne zaman tartışmaya başlasalar hemen radyoyu açtığımı hatırlıyorum.Eğer çok şiddetli bir kavgaysa,ikisi birden bağırıp kapattırırlardı,korkudan kapatırdım hemen.
Bir gün,annemin haberleri dinlerken ağlamaya başlamasını merak ederek dikkatlice yanına gittim.
-"vah,vah!  Yazık olmuş o insanlara,vahşet,vahşet! diyerek dizlerine vurarak hıçkırıyordu.Kıbrıs'ta Rumların zalimliklerini duyuyorduk ama anlamıyorduk,çocuk aklımıza düşen pay korkuydu.Ama bizden çok uzakta oldukları için masal gibi geliyordu anlatılanlar,tıpkı pamuk prenses'teki cadının kötülükleri gibi,bir kahraman çıkıp kurtaracak ve mutlu bir sonla biteceğini sanıyordum.Ama o gün bir doktorun karısı ve üç çocuğunun öldürülmesi haberinin adeta yıldırım etkisi yapması beynime kazınmıştı.Üstelik küvetin içinde öldürülmüşlerdi.1963 yılının 21 Aralık günü olmuş,ben 4 yaşındaymışım ,nasıl etkilemiş demek ki hatırlıyorum.Hatta o hafta içinde tüm gazetelerin manşetleri aynı katliamın fotoğraflarıyla doluydu.Annem bazı gazeteleri halının altına koyardı,sonradan ya atardı,ya da alıp saklardı .Bu gazetelerden birini de,halının altına koymuştu,nedense halının o kısmına basamazdım,atlardım ya da yanından geçerdim. çok korkuyordum,sanki bizim evde gerçekleşmiş kadar gerçek gelirdi gazetedeki fotoğraflar.
Yıllar sonra Kıbrıs'a gittiğimizde,müze haline getirilmiş evi ziyaret ederken tüylerim diken diken olmuştu.Sadece o evin değil,bir çok katliamın  fotoğraflarını görünce de çok kötü olmuştum.Gözyaşlarıma hakim olamamıştım.

kitaplarımız...


TAPLARIMIZ
Kitap kokusunun güzelliğini,babamın bizi sık sık götürdüğü kitapçılardan kapmıştım,ve adeta bağımlısı olmuştum.Daha 6 yaşındaydım,Ayşegül kitaplarının serisini tamamlıyordum ve mahalledeki arkadaşlarımızla kitap yarışına girmiştik,kimin daha çok kitabı var diye.O hırs babama kaça malolmuştu kimbilir?Hala bir kitapçıya gittiğimde,o kokuyla kendimden geçiyorum ve tüm kitapları almak istiyorum...

Annem,dikiş diktiği için 'Burda' dergilerini alırdı.Dışarıdan sadece manto ve ayakkabılarımız alınırdı.Annem aynı kumaştan ablamla ikimize aynı modelden kıyafetler dikerdi,yıllarca ikiz gibi dolaştık.,Bu durumdan nefret ederdim,ama elimden bir şey gelmezdi.Yıllar sonra bırakın aynı biçim giyinmeyi,aynı renk  giyinmeyi bile sevemedim.Kötü etkilenmişim...
Hayat ve ses dergileri aylıktı sanırım,hiç aksatılmadan alınırdı.
1966-68 yıllarına ait HAYAT dergilerini ciltlettim saklıyorum.
Evimize her gün gazete girerdi,Babamın bulmacalarını çözdükten sonra yatarak okuması hoşuma giderdi,ve en komik olanı da,kısa sürede uykuya dalması ve gazeteyi yüzüne kapatarak uyumasıydı.Tüm gazeteleri okuduktan sonra,onu alma isteği ağır basardı bizde ve yavaşça gazeteyi çekmeye çalışırdık.Ani uyanışı normal olsa kormazdık babamdan."ha,ne,ha" diye hızla kalkışı vardı ki,evlere şenlik!
Bulmaca ekleri,bazen ailece eğlence kaynağımız olurdu.Babamın yüksek sesle sorduğu bulmaca sözcükleri sanki anlıyormuşuz gibi dinlerdik ve düşünceli bir yüzle hatırlamaya çalışıyormuş gibi yapardık.Halbuki o yaşta ne anlarız ki? Annemin katılımıyla ezberlediğimiz bazı kelimeler vardı,"ra"" ma" gibi.babam bazen özellikle o sorularda ismimizle sorardı;
-"sevda,söyle bakalım tanrı ne demek"
-"ra!" diye bağırırdı.
-"Aferin kızıma"
-"Tülay,su ne demek?
-"ma!"
-"Aferin benim kızlarıma,ne kadar akıllılar"
Hemen çeneler havada bizde,bilmiş bilmiş....

Bu yaşımda bile tam çözebildiğim bir bulmaca yoktur,ama beni çok rahatlatır...özellikle yıllar sonra hala değişmemiş olan kurtarıcı olarak sorulan" tanrı "ve "su "hemen çözdüğüm sorulardır.Geçmişe dönerim...

horoz ve kurbağa

KIŞT KIŞT
Erzincan'da dört evlerin yakınındaki evde oturduğumuz zamanlara ait bir anıdır bu.
Annem,lojmanlardaki arkadaşlarımıza gitmemizi pek istemezdi.sanırım alışıp,ev sahibini sık sık rahatsız etmememizi evden fazla uzaklaşmamızı istemediği içindi.
Ya da ,lojmanın bahçesinden içeriye kimsenin girmesini istemeyen bir horoz da olabilirdi.
Evet bir horoz!
Çığlık çığlığa bağırarak saldıran,kimsenin içeri girmesine müsaade etmeyen siyah tüyleri fazla olan alacalı bir horoz!
Gelenler,kapıdan seslenirdi ki,biri horozu kontrol altına alsın da içeri girebilsinler diye...
Bir gün,orada oturan arkadaşlarımızdan birinin doğum günü vardı ve ablamla ikimiz ,davet edildiğimiz için gitmeye  karar verdik.Kapıya kadar gittik,tahta kapının aralığından bakınca ikimiz de korkuyoruz...Yaklaşanı hissedince kapıya kadar gelip,gardını alıyor.Büyük,küçük kimseden korkusu yok!
Ama ben diyorum ki ablama;
-"Bizim tavuklarımız var ya,hem onlar bizi çok seviyor,bu horoz bize bir şey yapmaz."
Torpile bakın!Hamili yakın kartımızla gelmişiz....
Ablam da küçük daha,aramızdaki yaş farkı 1,5....Yeni okula başlamış,okumaya dahi başlamadığı dönemler.
Ben çok biliyorum ya!
Başlıyorum horozla konuşmaya;
-"Canım horoz,bizim tavuklarımızı biliyorsun değil mi?Biz sana zarar vermeyiz,sen de bize zarar vermezsin değil mi?"
-"Guuuk,guk,guk,guk"
İyi gidiyor gibi...
-"Bak,arkadaşımıza geldik,sen tanıyorsun onu,şimdi biz içeri giriyoruz,tamam mı?"
Ses yok!
Cesaret geldi!
Yavaşça kapıyı açmaya başladık,sanırım horoz ne olduğunu anlamamış ama yarı kabarmış halde"guk,guk,guk" diye,gittikçe hızlanan bir sesle yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.Ablamla ben,bahçe duvarına yaslanarak,ufak adımlarla ,horozun gözünün içine baka baka,korkarak yürümeye başladık.Benim içim,hala bizim tavuklardan dolayı torpilli olduğumuzu düşünerek rahat.
Ama horozun ani saldırışıyla,çığlıklarımızın karışan gürültüsü arasında,ne tarafa kaçacağımızı bilmez halde kalakaldık.Ablam benim önümde,ama ikimizde hem "kışt,kışt" diyoruz,hem de ağlayarak bağırıyoruz.Cebimde,biriktirdiğim şemsiye çikolatalarımızın plastik saplarını,korunmak amacıyla ona doğru fırlattığımı hatırlıyorum,çünkü sadece bana saldırmıştı.Rüşveti sevmeyen bir horozmuş demek ki!
Kimin kurtardığını hatırlamıyorum.Bacaklarıma ve kollarıma aldığım darbelerin izleri kaybolmuştu,ama uzun süre rüyalarıma girdiğini çok iyi hatırlıyorum.Anılarıma yerleşecek kadar etkili olmuş.
Okuma yazma bilseydik,kapıdaki yazıyı okurduk:
"DİKKAT HOROZ VAR!" diye...
Annemden işittiğimiz azarları söylememe gerek yok sanırım,çünkü izinsiz çıkmıştık evden..
ama aklım hala plastik saplardaydı....
....................................................................................................................................
AH,BU MASALLAR!
Babam, bir dönem bize,yolda gelirken birinin ona "bıraaaakkkk,bırak!" diye bağırdığını,o da korkarak elinde ne varsa bırakıp geldiğinden bahsederdi.
Canım ya,biz bir şey isteyip,eğer o akşam onları alamıyorsa ,"param yoktu alamadım" demek yerine,"yine biri bağırdı,bıraak,bırak diye"Ben de bıraktım derdi.
Biz de"babamız kurtulmuş ya" diye sevinirdik.
İsterdik ki,Ayşegül kitaplarından ya da o tür kitaplardan bir tane her gün alınsın.Kitaplara olan düşkünlüğümüz babamın çok hoşuna giderdi ve bizi hep teşvik ederdi.Ama şimdi düşünüyorum da,bizim bu zevkimiz,memur bir insanın altından kalkacağı bir masraf değildir.Bizim şevkimizi kırmadan böyle bir hikaye uydurması muhteşem bir düşünce bence.
Ama ,bir gün şemsiye çikolatalarımızı da bırakmak zorunda kalınca,artık babamızı korumamız gerektiğini düşündük.Biz günlerce çözüm aradık ablamla,ama bulamadık.
bir müddet sonra,bir akşam babam geldiğinde yüzü gülüyordu.Çikolatalarımızı verdikten sonra,bizi dizlerine oturtup anlatmaya başladı;
-"çocuklar ya!biliyor musunuz,o 'bırak,bırak' diyen kimmiş ?
Biz faltaşı gibi gözlerle;
-"Kimmiş?"
-"Kurbağa imiş!"
..........................
ikimiz birden
-"Neeeeeeeeee?"
Babam bir kurbağadan mı korkmuş yani?Cesur babamız!
Ama babam öyle bir ses tonuyla anlatmıştı ki...
-"Eveeettt! O 'vırraaakk,vırraaak' diye bağırıyormuş meğerse...Ben de 'bıraaak,bırak' diye anlamışım.
-"Ayrıca bunun bir de hikayesi varmış "deyip başlıyor anlatmaya...Biz de kıkır kıkır gülüyoruz.
Dinlemeden karar vermemeyi öğreniyoruz o akşam
Ama,işin aslı,demek ki maddi durum düzelmişti,ya da maaş alınmıştı...



kahramanım


KAHRAMANIM
 Dayımın görev yaptığı yere gideceğimizi öğrendiğimde uyku tutmuyor o akşam!Anneannem ve dayım,huzurdu benim için.Annem, ablam ve ben,Funda daha doğmamıştı.Dayım da asker olduğu için,lojmanda oturuyorlardı.Otobüs yolculuğundan sonra,karlı dağların olduğu bölgede,baraka gibi bir yere gittik.Lüks bir yer bekliyordum sanırım,ufak bir hayal kırıklığından sonra anneannemi ve dayımı görmek,keyfimi yerine getirmişti.10 ailenin kalabileceği uzunlamasına barakalar lojman haline getirilmiş.Etrafı uzun çam ağaçlarıyla çevrilmiş bir alandaydık.Ama en güzeli neydi biliyor musunuz?

KAR!
Şu anda dile getirebiliyorum o anki duygularımı,sanki beyaz bir deniz gibiydi,göz alabildiğince uzaklara kadar uzanıyordu,sürekli yağan kar,açılan yolları tekrar kapatıyordu.Botların altında ezilen kar sesini hiç unutamam,inanılmazdı.Bulunduğumuz her şehirde kar yağmıştır ama buradaki kadar dolusunu görmemiştim.Çok heyecan vericiydiÖyle yarım metrelik bir kar değil bahsettiğim,bazı yerlerde evin damları neredeyse yol olmuştu.En açık yerler askeri bölgelerdi,mecburen yapılan temizlikler vardı.Kapının önüne çıktığımda içeriden gelen seslerin bile bastıramadığı bir kar sessizliğini dinliyor ve hissediyordum.Meraklı yapım,biraz daha ileri gitmemi istiyordu.Annem ne der diye geriye dönüp baktığımda,çatıdan sarkan buz kütlelerini gördüm.Güneş yukarıdan,ağaçların müsaade ettiği kadarıyla görünüyor,buzlar bir kristal gibi parlıyordu.Büyülenmiş halde ormana döndüm,ve birden kararımı verip bata çıka yürümeye başladım.
Veee, UÇTUM!
Ayak basılmamış karlarda iz yaparak yürürken,temizlenmemiş sınır bir yerde  yumuşak bir zeminde kar yığınına gömüldüm resmen!.Yukarı baktığımda kendi hacmim kadar delik açmıştım ve sadece o kadar yeri görebiliyordum.her yanım kar yığını! Bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum.Birden  dayımın konuşmasını hatırladım,anneme;
-"Çocuklar uzaklaşmasın,ayılar ve kurtlar yakına geliyorlar,başlarına bir şey gelmesin" abla demişti.Korku yine bedenime,kurt ve ayı olarak girmişti. anlayamadığım şey,donmaya başlamamdı,her şeyin korkudan kaynaklandığını sanıyordum.
Bir ara anneannemin  telaşlı sesini duyuyorum;
-"Hasan koş! Tülay yok!"Dayımın nasıl çıktığını yüksek sesinden  duyuyorum ama mümkün değil bağıramıyorum.
Birinin beni çektiğini hatırlıyorum,sarıldı,sonra üstümü silkelemeye başladı.
DAYIM!

Sadece benim ayak izlerimi takip edince evden 10 metre ileride bana ulaşmış hemen.Ne olacak ki? bana uzun gelen yolu dayım beş adımda aşmıştı.Ağzım burnum kar dolu olduğu için soğuktan bağıramamışım.
-"Yeğenim benim"diyen dayımın sesi kahramanımın sesiydi.Sarılmak istiyorum ama donmuş ve korkmuş kollarım yerinden kalkmıyor.O beni sıkı sıkı sarmaladı.
Sonrasını hatırlamıyorum.Kesin annemin bir azar kısmı vardır...Ama daha sonra dayım ,dizlerinden bir karış yukarı gelen karların içine atarak ve çekerek,bazen saklanarak ablam ve benimle öyle güzel oyunlar oynadı ki,her halde bu nedenle Sarıkamış,anılarımda unutamayacağım kar manzaralarıyla yer etmiş.İnanılmaz fotoğraf kareleriyle dolu anılarım...

sallandık



Bu fotoğrafı internetten aldım.kayıtlarda olmayan bir deprem yaşamışız o dönemde,ama bizim için ürkütücüydü....


SALLANDIK
Korku demişken,babamın nöbette olduğu gecelerden birini anlatmadan geçemeyeceğim.Evde yalnızdık,oldukça geç vakitti.Hafif bir sallantıyla uyandım,annem uyandırıyor sanmıştım,ardından bir gürültüyle gelen,inanılmaz bir sallantı!Çocuk beynimle,bir devin eve yaklaştığını sanmıştım,yoksa evi böylesine sarsan şeyin deprem olduğunu anlamam mümkün değildi ki,bilmiyorum çünkü...Depremle ilk tanıştığım yer Erzincan'dır.İnanılmazdı,annemin üçümüzü nasıl toparlayıp,bahçeyle aynı hizada olan balkona çıkardığını hatırlamıyorum.Korkudan zangır zangır titrerken,soğuğun yardımıyla da depreme yardımcı olduğumuzun farkındaydık.deprem durduysa da,biz bunun farkında değildik,korku ve soğuk nedeniyle sanırım öylesine titriyorduk ki,deprem geldiğine bin pişman olmuştur.Dişlerimin birbirine çarpışını asla unutmadım,Afrika müziği gibiydi...Annemin tedirginliği,korkunun ötesindeydi,hafif telaşla birleşmiş bir tedbir vardı.Annemiz yanımızda olduğu için biz güvendeydik,ya o ne hissediyordu? Bahçe kapısında beliren bir erkek siluetiyle annemin korkusunu anlamıştık.
-"Sakın gelme,elimde silah var,kolumdaki bilezikleri atarım,al,git buradan"diye bağırdığını duydum.Gerçekten babamın silahı mıydı bilmiyorum ama bir karaltı vardı elinde.Belki korkutmak amacıyla eline geçen bir şeyi silah diye kullanıyordu.Adam durdu ve;
-"Emine abla ben Ali,annemler avluya çıktı,sizi de almam için beni gönderdiler"deyince annemden ufak ,ıslığa benzer rahatlamış bir derin  soluk  sesi duydum.Komşumuzun oğlu bizi almaya gelmişti.herkesin toplandığı yere gittik..Herkes şiddetini ,yıkım ve ölüm olup olmadığını konuşuyor ve radyo ile bağlantıya geçmeye çalışıyorlardı.duyuyordum ama o kadar kalabalığın içindeyken korkum tamamiyle gittiği ve güvende hissettiğim için aklım oyuna çabucak kayıvermişti....
Şeker fabrikasına yakın oturduğumuz için,hayvan besleyenler pancar küspesi alırlardı.Avlunun ortasına kamyonla boşaltırlardı.Orada oynamak bana çok zevk verirdi,ancak annem asla izin vermezdi.Bir keresinde  kaçıp,keyfini çıkarmıştım,yakalandığımda ise cezayı yemiştim.Annemin sesi hala kulaklarımdadır...Ama o akşam hiç sesi çıkmadı,bütün çocuklarla bata çıka en tepesine tırmanıp,aşağıya kaymanın zevkini anlatamam...Annem teyzelerle birlikte hamur işi yapmıştı,kahvaltı gibi böyle bir sofrada yemek yemenin tadı bambaşka gelmişti,çok lezizdi..Zaten hareketli bir çocuktum,saatlerce oynamıştım...Depremin hasarını değil,keyfini yaşamıştım o akşam çocuk beynimle ve bedenimle....
Pancar kokusu geldi burnuma....
İnternette o tarihlere rastlayan bir deprem kaydı bulamadım,demek ki o şiddete bir deprem olağan sayılıyordu.Ama karşımızda Kelkit oteli vardı,duvarlarının çatladığı söylentileri vardı,hatta oturulması yasaklanmalı deniliyordu.Ama ufak tadilatlarla devam edilmişti çalışmaya

Aşerme


AŞERME
Annemde tuhaflıklar hissediyordum,ama anlayamıyordum.Sık sık hastaneye gidiyordu ve bir kaç gün orada kalıyordu.Ablamın okula başladığı seneydi.Babam evdeydi,tüm işler ona kalmıştı sanırım,özellikle bizler...sanırım hafta sonlarıydı .Evdeki tüm işler babama kalmıştı,elinden geleni yapmaya çalışıyordu.Yemek yapmakta çok zorlandığını hatırlıyorum.Asker adam yemek yapmaktan ne anlar,bize hep yumurta pişirirdi ,ancak bunu yapabiliyordu demek ki,o zamanlar hazır yemek nerdeeee...bu o kadar aklımda kalmış olacak ki,ablamla okula gittiğim,daha doğrusu takıldığım,ya da zamk gibi yapışıp,ben de geleceeem diye yapıştığım zamanların birinde sanırım müdürdü"baban ne iş yapıyor" deyince,"yumurtacı"demişim.Eeeee,sürekli yumurta pişirirse ne dememi bekliyorlar,5 yaşında bir çocuğum....
Müdür gerçekten yumurtacı sanmış babamı,bir gün babam okula gittiğinde asker olduğunu söyleyince epey gülmüşler.Babam uzun müddet"yumurtacı ha,yumurtacı demek"diyerek epey bir zaman dalgasını geçmişti benimle...
Annem hamileymiş!Babamın ve dayımın,dağlardan sepet içinde kar getirdiklerini ,annemin aç kurt gibi kar yiyişini o zamanlar anlayamadığımı hatırlıyorum.Annem,hem bizim kar yememize kızardı,hem de kendisi hastayken kar yiyordu.Büyükleri anlamak zordu.Ayrıca o kar erimeden nasıl gelmişti onca yoldan?

YASAKLI BÖLGELER
Annemin bahçede ektiği alan ben suladığım için çok büyük gelirdi,sula sula bitmiyor.yorgunluğumuzu ev gibi gördüğümüz salıncakta atardım,adeta ağaç evimizdi bizim.Akşama kadar ön bahçede oynardık,evin arka kısmı kuytuda kaldığı  ve tuvaletin çukuru olduğu için yasaktı.Bahçe dikenli tellerle çevrili ve büyük demir kapısı vardı.Bu yüzden görüş alanımız oldukça genişti,biri gelecek olsa bağırabilirdik ve annem evden yetişirdi.Ama herkes girebilirdi,o yaşta korkularım hep tetikte olmamı sağlardı,ama korkunun verdiği duygu da bir acayipti,yaşamak lazım...

15 Ocak 2014 Çarşamba

Bahçeler


BAHÇELER
Hep bahçeli evlerde oturduğumuzu hatırlıyorum.Ama öyle küçük bahçeler değil,en az on tane meyve ağacı,kümes yapılacak,sebze ekilecek alanı,çiçekle süslenmiş girişler ve oyun oynayacağımız geniş alanı ,yüksek duvarlarla çevrilmiş,büyük demir kapılarıyla,şimdilerde sahip olmayı istediğim hayalim olan evlerde yaşadım.Özgür yaşanmış bir çocukluk dönemimiz oldu.yani yasaklarımız olmasına rağmen,dilediğimizce sokak oyunlarını oynardık.Ablam da hareketli bir çocuktu,ama o dönem ailenin en küçüğü olarak ben,biraz şımarık hallerim vardı.Oyunlarda tehlikeli taraftım.Ağaçlardan inmezdim,Tarzan gibi daldan dala geçmeye bayılırdım.Bir keresinde o hiç inmediğim ağaçlardan biri olan dut ağacında yine neredeyse tek ayak üzerinde akrobatik hareketler yaparken(en uçtaki dutu almam lazım ya!),bir yakın akrabamızın bizden 5-6 yaş büyük olan ve korkutmaktan zevk alan Nurten ablamın ürkünç bir şekilde beni korkutmak için yaptığı hamle amacına ulaştı ve ben dallara çarparak yere düştüm.Ondan o kadar korkardım ki,herhalde egosunu sadece ben tatmin ediyordum.Kaçma isteği uçmayla sonuçlandı ve ben kendimi yerde buldum.Hatırladığım,annemin çığlığı,aşırı panik,soğuk sular,ağlamalar ve karanlık...
Neyse ki iskelet sağlammış ve taş kafaymışım ki bir şey olmamış.Bir kaç gün zorla yasaklara uymak zorunda kaldım.5 yaşındaki çocuk yerinde durabilir mi?Ya da ağaca tırmanma korkusu gelir mi? Bazılarına evet,ama bende ağaç sevgisi o kadar güçlü ki,onların beni merak ettiğini,gidip kendimi göstermem gerektiğini düşünmüştüm.Geri adım atar mıyım? Koca bir HAYIR!.
Hatta daha da ilerletip,Akasya ağaçlarına tırmanma girişimleri başladı.Tanıyanlar bu ağacın dallarının aşağıdan başlamadığını bilirler.Gövde ince ve uzundur,bir yetişkin insan boyundan sonra başlar dalları.Ama o zaman benim boyum ne ki,dallara ulaşamadan kendimi yerde bulurdum.Kimse anlamasın diye düşünce çiçek topluyormuş numarası yaptığımı hatırlıyorum....Çok heybetli gelen  bu ağaçlar benim adeta arkadaşımdı,hele Kavak ağaçları bana sonsuz gelirdi.Hala sevgiyle hatırlıyorum ve sanki şimdi gitsem ve yerinde bulsam,beni hatırlayacaklarmış gibi geliyor.Ne kadar güçlü duygularla bağlanmışım onlara...Ama en fazla zevk aldığımız ağaçlar kayısı ağaçlarıdır.İki kayısı ağacının arasına salıncak kurulmuştu.Oturarak,yatarak sallanırdık,ama elimizde hep çağla ve kayısı bulunurdu,koparıp yerdik .
İlk oturduğumuz dört evlerdeki evimizin bahçesinde,sadece babamın yüzebildiği gri renkli bir havuz vardı.Bu kadar sıcak anıların içerisinde gri renkli,adeta simsiyah suyu olan havuzu hiç sevemedim,çünkü içi görünmüyordu.O zamanlar fayans döşeniyor muydu bilmiyorum ama,zamanımızdaki gibi olmadığı için korkutuyordu sanırım beni...


KOYUN, KEÇİ
Annem ön bahçeye oldukça büyük bir kümes yaptırmıştı,bembeyaz ligorin tavuklar besliyordu.Ben,sıcak yumurta toplayan çocuklardanım.Bir de,keçi ve koyunumuz vardı.Hemen koyunu ablam,keçiyi de ben sahiplenmiştik.Koyun arka bahçede ağaca bağlanıp otlatılırdı,keçi de ön bahçede dururdu.Keçi koyuna rahat vermediği için ayrı bağlanmışlardı.Hayvanlar da sahiplerine benzemiş olacak ki,ablam koyunla dertleşir ve şarkılar söylerdi,ben de keçime "tos" yaptırırdım.Elimi ona doğru uzatınca,yan yan ,başını eğerek gelişini zevkle seyreder,yine de bana vurmasın diye ip uzunluğuna göre ayarlayıp,kendimi ona göre oynardım,zıp zıp hallerdeydim yani.ablamla aramızda rekabet oluşmuştu sanki,koyunu hep aşağıladığımı hatırlıyorum,keçim daima daha iyiydi...
Bir gün çok telaş yaşandı.Annem telaşlı ve üzüntülü halini benim merakımdan saklayamadığı için,koyunun kendi ipiyle ağacın etrafında dolanarak kendini boğduğunu öğrenmiştim.Ablamın o üzüntüsünü net hatırlıyorum,çok ağlamıştı.Ben çok korkmuştum,ve koyunu sürekli aşağıladığım için vicdan azabı yüklemiştim kendime,ama keçimin değil de koyunun başına gelmiş olması,üzüntümü biraz hafifletiyordu.Benim hayvanıma bir şey olmamıştı.O günden sonra keçimin bekçisiydim...
Keçimin sonrasını hatırlamıyorum.Eminim ki yedik!
 Tavuklar da bir hastalık sonucu ölmüşlerdi.Ya da onları da yedik....Bir kaç tane civ civ vardı,onlardan birini o kadar sevmişim ki,göğsüme bastırırarak severmişim.Bir gün o kadar bastırmışım ki,hayvan elimde ölmüş....Annesi aldı gitti dediler ama sonradan öğrendiğimde,severken öldürmüşüm hayvanı...


Başlangıç



Antep'i bilmem,ama çok güzel olduğunu duymuştum,şimdi internetten fotoğrafları görme imkanımız var,çok beğendim.Eminim hep sıcaklık duyduğum,benden birşeyler hissettiğim bu şehri görünce seveceğim.Ben burada doğmuşum,
Aslında tam Anadolu'luyuz biz...Babam Karadeniz,annem Doğu'dan.Ancak her ikisi de sakarya sınırları içinde büyümüşler.Evlendiklerinde Doğu Karadeniz'i oluşturmuşlar(!
).Babam asker olduğu için Türkiye'nin bir çok yerinde bulunmuşuz.Anadolu ürünü üç kardeş!Ablamı İzmir incirlerinin içinde,beni antep kebaplarının ve fıstıklarının içinde,kızkardeşimi de Erzincan'ın karlı dağlarının,tulum peynirli dürümlerinin içinde dünyaya getiren canım annemin,adeta babamla birlikte askerlik yaptığı koca Anadolu'yu ,hep birlikte nasıl severek sahiplendiysek,nerelisiniz diye sorduklarında, doğrudan "Türkiyeliyiz" diyebiliyoruz.Bir çoğu bu cevabı yavan bulur ve şehir adı ya da bölge adı duymak isterler...Biz,Doğu,Batı,Kuzey ve Güneyiz....

Ama şimdilerde,bu yönlerden gelen rüzgarlar,bizi nerelere fırlatıyor?
Bazı ayrılıklar hakedilmediği için içimi sızlatıyor.Olağanüstü olayları yaşamak,çok olağan gelmeye başladı bende.Bazen hoşgörülü de yapsa,haketmediğimiz ama şükrettiğimiz bir yaşamın içine sürükleniyoruz...
Sevginin çok güçlü olduğu bir yuvanın,yine asla kabul edemeyeceğim nedenlerle dağılmasını hazmedemiyorum.Bunları aktarabilecek miyim bakalım...
İzmir,Antep derken,kendimi hissettiğim  yer olan Erzincan,hatıralarımdaki ilklerin yeridir.